Yıldızlararası ortama ait bir kısım parçalar güneş sisteminin içerisinden geçmektedir. Atomik parçalardan ve az miktarda tozdan oluşan bu galaktik ziyaretçiler, gezegenlerarası ortamda dolaşabilecekleri gibi güneş sistemindeki büyük cisimler ile de çarpışabilir. Her bir parçacık mikroskobik ölçülerde olmasına rağmen, güneş sistemindeki toplam kütleleri inanılamayacak kadar büyüktür. Gerçekten, helyosferdeki gazın yaklaşık %98 lik kısmı -güneş rüzgârının doldurduğu uzay hacmi- yıldızlararası maddeden ibarettir. Bu parçacıklar bir gezegenin çevresi ile nasıl etkileşir? Gezegenin atmosferine önemli etkileri var mıdır? Şimdilik bu soruların cevaplarını kimse bilememektedir.
Yazar: Selçuk Bilir
Samanyolu galaksisi; yalnızca büyük bir spiral galaksi olmayıp, milyonlarca ışık yılına uzanan büyük bir imparatorluğun merkezidir. Samanyolu’nun imparatorluğun merkezi oluşunun nedeni; çevresinde bulunan 10 tane galaksiyi çekimsel olarak yönetmesidir.
Parlak süperdev yıldızlar evrendeki en parlak yıldızlardır: Işıma güçleri güneşin ışıma gücünün birkaç yüz bin katı kadardır. Astronomlar, Galaksimizde nadir bulunan parlak süperdevlere büyük önem verirler.
Edwin Hubble yaklaşık 70 yıl önce galaksilerin temel doğasını keşfetti. 1990’lı yıllara gelindiğinde bile, galaksilerin nasıl doğduklarını, nasıl evrimleştiklerini ve evrende nasıl bir rol üstlendiklerini ancak söyleyebilmekteyiz. Neden galaksiler bu kadar gizemlidirler?
Normal yıldızların oluşumları, yaşayışları ve ölümleri sıradan teorilerle açıklanabilir. Teorilerin limitlerinde keşfedilen yıldızların doğasını açıklamak bugünkü astronomlar için oldukça güçtür. Bunun için astronomlar daha ilginç teoriler üreterek yapsını anlamakta güçlük çektikleri gökcisimlerinin doğasını açığa çıkartmak isterler.
Evrenin kütlesinin % 90’ nını oluşturan karanlık madde, astronomlar için hala bir bulmacadır. Karanlık madde etrafına ışık vermediğinden, astronomlar bu gökcisimlerini göremez ve uzaydaki konumlarını belirleyemezler. Fakat geçenlerde ortaya çıkan bir bulgu, bize karanlık maddenin şekli hakkında bilgi verebilmektedir. Geçen birkaç yıl boyunca astronomlar, Büyük Magellan Bulutsusunda bir yıldızın yavaşça parladığını ve sonra da yavaşça parlaklığını yitirdiğini gözlediler.
Bilim adamlarının, 12 Aralık 1970 tarihinde Kenya kıyılarından ilk X-ışın uydusu “Uhuru” yu uzaya fırlatmaları ile, astronominin uğraşı alanı daha da genişledi. Uydu, kısa bir zaman içinde düzinelerce X-ışın kaynağı bulmasına rağmen bu sayıyı ilk iki yıl içinde 339 a çıkarttı. Bulunan bu kaynakların çoğunun şiddeti düzenli iken, az miktarda bulunan diğer X-ışın kaynaklarının şiddeti oldukça düzensiz idi.