Güneş Sistemi dışında keşfedilen gezegenlerin sayısı 1990’lı yıllardan bu yana 340’ı buldu ve her gün sayıca artmaya devam ediyor. Yakın gelecekte uzaya gönderilmesi planlanan Kepler gözlem uydusu ve Karasal Gezegen Bulucu gibi uzay teleskopları ile bu rakam çok daha artacağa benziyor.
Fakat bulunan gezegenler arasında yaşam olasılıklarını aradığımızda bir çok farklı parametre nedeniyle tarama ufkumuzu epeyce daraltmamız gerekiyor.
Grafikte suyun gezegen üzerinde sıvı halde kalabilmesine olanak sağlayabilen yıldız yörüngesindeki yaşamsal alan gösterilmektedir.
Üzerinde gezegen, özellikle yaşanılabilir gezegen, aranılan yıldızlar etraflarındaki habitata saygı gösterebilmesi gerekliliği yüzünden merkezlerinde hidrojeni henüz tüketmemiş anakol yıldızları olmak durumundadır. Yaşamsal bölge ise yıldız parlaklığına ve dolayısıyla kütlesine bağlı olarak değişebilmektedir. Mesela Güneş’ten daha parlak ve kütlesi daha büyük olan Sirius’un yörüngesindeki sıvı suyun bulunabildiği bölgenin genişliği, Güneş benzeri bir yıldız olan Alfa Centaurinin yaşama elverişli bölgesinden daha fazla olacaktır.
Görüldüğü üzere yaşam aranılacak yıldızların öncelikle belirli başlı özelliklere sahip olması gerekiyor. Yukarıdaki grafikte A, F, G, K ve M sınıfı yıldızlar bu sınıf içerisine dahil edilmiş. Bu sınıfın dışındaki O ve B türü sıcak ve büyük kütleli yıldızlar hem vahşi bir evrim süreci geçirirken etraflarındaki gökcisimlerini kızartıyorlar hem de gezegen oluşmasına fırsat vermeden bir kaç milyon yıl içerisinde etraflarındaki ön-gezegen oluşturan diskleri dağıtarak Helyum flaşı ile kızıl dev haline gelip (boyutlarını onlarca kat arttırıp) etraflarındaki yaşamsal bölgeleri yok ediyorlar. Ama Allah’tan bu tür yıldızlar gökada yıldız popülasyonu içindeki %1’i oluşturuyorlar.
Aslında çok uzun zamandır tartışılan ve hala netliğe kavuşmayan bir başka konu M sınıfı yıldızlar. M sınıfı yıldızların etraflarındaki yaşama karşı tutumları Güneşimiz kadar nazik ve tutarlı değil. Yaşam barındıran bölgeleri yıldıza çok yakın olan M sınıfı güneşler, bir çok şekilde etraflarındaki yaşam için tehlikeli olabiliyor.
Bu tehlikelerden örnek vermek gerekirse M sınıfı cüce güneşler etrafında devinen gezegenler yaşamsal bölgede kalabilmek için Merkür’ün Güneş etrafında dolandığı uzaklıklardan (0.38 AB) daha dar yörüngelerde(< 0.2 ) dolanıyorlar. Bu durumda gezegenlerin bir tarafı dünyanın Ay’a uyguladığı gibi kütle çekimsel kilit altında kalıp sadece tek yüzü yıldıza dönük hale geliyor. Bu cücelerin bir başka kötü huyları ise bazen kendi parlaklıklarını dahi geçebilen madde fışkırmaları ve yerel patlamalar gerçekleştiriyorlar ki bu mesafedeki herhangi bir gezegen için lafı bile edilemeyecek büyük bir tehlike oluşturuyorlar.
Teoride cüce olarak adlandırılan anakol yıldızlarının %90 lık bir kısmı 0.085 Güneş kütleli (M8) ve 0.8 güneş kütleli (G8) yıldızları arasında dağılmaktadır. Yıldız oluşu sırasında düşük kütleli yıldızların büyük kütleli yıldızlara oranla daha fazla miktarda oluştuğu biliniyor. M sınıfı yıldızların oranı ise son gözlemsel istatistiki verilere göre %70 leri buluyor. Buna K sınıfı turuncu cücelerin K7 den sonraki kısmını da eklersek önemli ölçüde adayı gözardı edeceğiz demektir.
Ama sadece Orion kolu üzerinde bile elimizde kalan K6 dan A5 ‘e kadar (A5 den sonraki A4, A3, A2 vs.. O ve B sınıfı gibi hırçın ve kısa ömürlü olduğu için ihmal ettim) olan %15 lik civarında bir aday kalıyor ki sayıca oldukça yeterli.
Tabi ki seçilecek yıldızdan daha sonra yıldızın gezegen içerip içermeyeceği de önemli. Bazı yıldız kümelerinde doğan (yaşam arayışı adayı) G, K, F sınıfı yıldızlar doğdukları bulutsu içerisindeki parlak O ve B türü yıldızlar yüzünden ön gezegen disklerini kaybedebiliyorlar. Gezegen oluşabilecek yeterli zamanı bulamadan küme içerisindeki devlerin ışınım basıncı nedeni ile dağılıp gidebiliyor. Bu durumda arayacağımız ana kol cüceleri mümkün ise Süpernova oluşturacak, parlak yıldızlardan uzakta bulunmalı.
Bu kriterleri geçemeyen adayları da elediğimizde geriye kalan yıldızlar etrafındaki Güneş sistemi dışı gezegenlerin (exoplanet) sayısı hala tatmin edici seviyede. Elimizdeki sınırlı imkanlar ile bile şimdiden 340 adet güneş sistemi dışı gezegen tespit edildi.
Fakat yukarıdaki tabloya baktığımızda yaşam oluşturacak bölgelerin çoğunlukla devler (Jüpiter sınıfı gaz devleri) tarafından işgal edildiğini ve geri kalan yıldızların ise, yıldızlarına çok yakın mesafede devinen fakat kütlesi de sistem içerisinde tedirginlik yaratacak kahverengi cüce olamamış gezegenler tarafından kapışıldığını görüyoruz.
Şunu düşünebiliriz; kütlesi Jüpiter’in 2 katı olan bir dev, yıldızına (G2 sınıfı) 0.01 AB uzaklıkta dönüyor ise sistemdeki yaşamsal bölgede neden karasal gezegen bulunmasın? Sorunun cevabını ise, dev gezegenlerin oluşum senaryolarında: Dev gezegenlerin çoğunluğunun, sistemin Kuiper Kuşağına yakın yerlerde oluştuktan sonra iç bölgelere göç ettikleri yönündeki hipotezin güçlenmesi sorunun cevabını rahatsız edici biçimde veriyor. Bu durumda güneşine yakın devinen dev gezegenin evrimi süresince yolu üzerindeki zavallı dünyalara neler yapmış olabileceği insanı ürkütüyor açıkçası.
Fakat umut veren bir diğer olgu daha var. Dev gezegenler etrafında devinen karasal gezegenler olma ihtimali kendi Güneş Sistemimize bakınca ihtimal olmaktan gerçeğe dönüşüyor. Satürn çevresindeki Titan neredeyse Dünya boyutlarında ve bir atmosfere sahip; Europa üzerinde donmuş suyun olduğu biliniyor. Öyleyse keşfedilmiş Güneş sistemi dışı gezegenler içerisinde, yıldızına uygun mesafede devinen gaz devlerinden birinde egzotik bir gökyüzü manzarası altında yaşam filizlenmiş olabilir.
Kaynaklar
4 yorum
Bence bu gerçekten çok güzel olurdu.Uzak bir galakside,manzarası bizim dünyamızınkinden üç kat daha güzel olan bir gökyüzü ve yeterince su bulunan bir gezegende oturmak yada misafir olmak.Belki uzak bir hayal olabilir ama hiçbirşey imkansız değildir!
Ama benim anlamadığım şimdi biz dünya gibi bir gezegen arıyoruz.Tam tamına dünyaya benzemese de en azından bazı özelliklerin olmasını istiyoruz.Uzak dünyaları(uzaylı dediğimiz akıllı yaşam formları yada gelişmemiş yaşamlar)araştırırken bizim yaşayabildiğimiz yada bir canlının yaşayabileceği gezegenleri ön planda tutuyoruz.Yani kısacası yıldızına yakın gezegenlerle pek ilgilenmiyoruz.Yani aynı Merkür gibi.Peki ya dünya dışı yaşamlar sıcak hem de çok sıcak yaşamı tercih ediyorlarsa,yaşayan o canlılar çok yüksek sıcaklıklardan etkilenmiyorlarsa.Çünkü onların nasıl varlıklar olduğunu bilmiyoruz.Her türlü olasılıkla karşı karşıyayız.Ben olsaydım o tür gezegenlere de ağırlık verirdim.Belki benim düşüncem yanlış olabilir ama sanki imkansız da değil gibi..
gökçen sezgine kesinlikle katılıyorum. sadece insanların yaşayabileceği ortamlar ile ilgileniliyor. insanlar için yaşanması imkansız şartlara uyum sağlamış ve farklı fiziksel özelliklere sahip canlılar olabilir ; ama bilim adamları bunu gözardı etmiş olamaz. Bu yapılan araştırmalar bence böyle bir gezegen bulunduğu takdirde belki de orada bir koloni veya yeni bir medeniyet kurabilme amacını güdüyor. İlerleyen yıllarda, dünya nüfusu ne kadar artacak ve 50 milyar olduğu zaman kaynaklar yetecek mi? savaşlar mı çıkacak? Dünyaya bir alternatif arandığı izlenimi doğuyor. Gerçekleşse bile fazla hevese kapılmayalım. Biz Türkler’in dünyada kalacağı kesindir. Oraya gidecek olanlar yine Amerikan veya Avrupa seçkinleri olacak.
bilim iyidir. bunda hemfikiriz. fakat insanoğlu kendine neden yaşıyoruz yada bir karıncanın neden yaşadığı hakkında;düşünürisek, bu ilk arkadaşımın düşüncesine katılmamız gerekli diye düşünüyorum.
Burada insanlarin yasayabilecegi gezegen araniyor deyimi tam olarak gercegi yansitmiyor.Söyle ki bilimin aradaigi gezegen yani suyun sivi halde bulunabilecegi gezegendir.Cünkü kainattaki bütün elementler bilinmektedir (big bang den dolayi),yani bir yasamin ortaya cikmasi icin nasil kosullarin ortaya cikmasi gerektigi bugün bilim tarafindan bilinmektedir.eger bir gezegen 40-50 C dereceden fazla sicak olursa su sivi halde o gezegende bulunamaz ,buharlasir.Dolayisi ile basit sekidle organik düzeydede de olsa ilk karbon atomlarindan olusabilecek bir yasamsal ortam olusmamis olur (ilk organizmalar suda olusmaktadir,ancak su organik yasama ve gelismeye elverebilir).Gene bir gezegen günesinden cok uzak olursa su buz halinde var olabilir ve buda ayni sekilde organizmalarin hareketini kisitlar ve kimyasal etkilesmeyi engeller ve yasama kaynaklik edemez.Özellikle – 273 dereceden sonrasi atom hareketlerinin durdugu sicaklik düzeyidir.Bu sicakliktan sonra atomlar hareket edemez ve en kücük yasam kivilcimi ortaya cikamaz.Dolayisi bilimin aradigi yasam kosullari suyun bir gezegende sivi olarak bulunup bulunmadigi önceliklidir.Insan icin uygun 0-40 derece arasi güneslenme maksatli yada bizim bünyemize bire bir uysun amacli degildir.Amac ancak suyun organik düzeyde de olsa bir yasama kaynaklik edebilecegi gercegidir.Suyun sivi olarak bulunmadigi bir gezegende yasam olusmasina da imkan yoktur. Ancak mars gibi gezegenlerde su bir zamanlar sivi halde bulunmus oldugu icin ( simdi donmus halde ancak Marsin kutuplarinda bulunur) oradan kopup dünyaya ulasmis meteor parcalarinda bakteriyel düzeyde fosiller belirlenmistir.